Çok eskilerin ancak bildiği bir ticaret şeklinden bahsedeceğim.
Bohçacı…
Daha doğrusu seyyar satıcılar.
Bohçacılar bundan 40/50 sene önce varlıklarını sürdüren; zaman içinde şehir hayatının hâkim olmasından dolayı önemini kaybeden bir ticaret şekliydi.
Müşterilerinin kaynağı köylüydü. Satıcıların tamamı kadınlar olup, kadın müşterilere hitap ederdi.
Aradan bir hafta geçmezdi ki bir kadın, içinde; havlu, kanaviçe işlemeli eşarp, mendil, iç çamaşırları ve muhtelif dantelalar bulunan bohçayı köy köy dolaştırırlardı. Kapı önlerinden geçerken de “Bohçacııı!” diye seslenirlerdi.
Bohçasının içinde ne olduğunu merak eden bazı vatandaşlar “Bakalım bohçanda neler var” diye sorar, bohçacı kadın da münasip bir yere oturarak neler sattığını orada bulunanlara gösterirdi. Sade göstermekle kalmaz, yapımında kullanılan malzemeler ve yapılma süresi hakkında da malumat verirdi.
Bazen kıran kırana pazarlıklar yapılır, en sonunda ya fiyat düşürülür veya alacağı miktarın azalmasını istemeyen satıcı gözüne kestirdiği bir işlemeyi daha “Bu da benden” diyerek satışı tamalardı.
İşin tuhaf tarafı aynı bohçacı aynı kapıdan bir daha geçmezdi.
Bazen aldığı maldan memnun olmayan müşteri aynı satıcıyı tekrar bekler ancak bu bekleyişin nafile olduğunu belli süre sonra anlardı.
Bazen farklı motifleri olan dokumalar numune olsun diye satın alınır; aynısı alıcılar tarafından bir benzeri yapılırdı. Sonra da onları düğünlerde, davetlerde giyerek muhataplarına üstünlük sağlamaya çalışırlardı.
Farlı bir motife sahip bir eşyayı gören kadınlar “Bunu nereden aldın” sorusuna; sanki kendisi bulmuş gibi cevap verirlerdi.
Şimdi her şey fabrikasyon olunca ne el emeği kaldı ne de bohçacılar. Biz de iki kelam yazıyla onalrı tarihe havale edelim istedik.
Ne demişler; “Kendi gitti adı kaldı yadigâr.”
Bohçacı geldiiii!